Erken yaştaki kız çocuklarının ailenin zorlamasıyla ve imam nikahıyla kendisinden yaşça büyük erişkinlerle evlenmesine yıllar içinde fiili ve yasal zemin oluşturmuş olan mevcut iktidar, toplumsal cinsiyet eşitliğini hiçe saymış, kadınları kamusal yaşamdan dışlamış, kız çocuklarını alınır-satılır bir varlık haline getirerek kendisine tecavüz edenle bile evlendirilmeye rıza üretmeye kadar akla, vicdana sığmayacak “çözümler” üretmiştir.
Aralarında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de yer aldığı pek çok uluslararası belgede, 0-18 yaş grubunda yer alan insanlar “çocuk” olarak tanımlanmaktadır. Hekimler olarak bizler biliyoruz ki, çocuk yaşta olmalarına karşın, kendilerinden oldukça büyük yaştaki erkeklerle evlendirilen kız çocukları kendilerini geliştirme koşul ve olanaklarından yoksun kılınmakta, ev içine hapsedilmekte, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan kadınlık ve annelik rolleri gibi yerine getirmekte zorlanacağı pek çok sorumlulukla karşı karşıya bırakılmaktadır.
Kız çocuklarının erken yaşta ve kendileri hakkında özerk kararlar verme yeterliğine sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın, aile ve çevre baskısıyla alınan kararlar sonucu evlendirilmesi, olumsuz etkilerinin yaşamının sonraki dönemlerinde de sürdüğü her yönüyle çocuğa yönelik bir cinsel istismardır. Bu tür evlilikler, başta sağlık ve eğitim hakkı gibi temel insan haklarının engellenmesi nedeniyle çocuk haklarının ihlaline yol açmaktadır. Çocukların erken yaşta evlendirilerek kendilerini geliştirecekleri olanaklardan ve okul, oyun, kültür, spor alanları gibi yaşıtlarının olduğu toplumsal çevrelerden uzaklaştırılması eğitim ve kişilerarası iletişimle kazanılan sosyal becerilerin edinilmesini güçleştirmekte, soyutlanmaya neden olmaktadır. Erken yaşta evlilik, doğası gereği bir insan yaşamında karşılaşılması beklenenden farklı sağlık riskleri içermektedir. Örneğin; çocuk yaşta evlenen kız çocuklarında, erişkin yaşta evlenenlere göre, istenmeyen gebeliklerin daha yüksek oranda görüldüğü, erken ve zor doğum riskinin daha yüksek olduğu bildirilmektedir. Ayrıca çocuk yaşta evlenen kız çocuklarının maruz kaldığı aile içi fiziksel ve cinsel şiddetin, erişkin yaştaki evliliklere göre daha yüksek oranda olduğu araştırmalarla gösterilmiştir. Bu noktada, günümüzde kadına yönelik şiddetin dünyada olduğu gibi ülkemizde de çözülmesi gereken en önemli halk sağlığı sorunlarından biri olduğu gerçeğini hatırlatmak isteriz. Sonuç olarak diyebiliriz ki, çocuk yaşta evlilik bir çocuğun temel haklarının ihlal edilmesi, hayatının çalınması ve geleceğe ilişkin umutlarının karartılması anlamına gelmektedir.
Bilimsel araştırmalar cinsel saldırıya uğrayan çocuklarda karşılaşılan en sık belirtilerin korku, depresyon, kaygı, öfke, düşmanlık, özgüven kaybı, cinsellikle ilgili sorunlar ve davranış bozuklukları, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, vücutta yaygın ağrılar, uyuşma, bayılma nöbetleri gibi bedensel sorunlar olduğunu göstermektedir. Psikiyatristler, kız çocuklarının kendilerine tecavüz eden kişi ile evlendirilmeleri halinde değersizlik, benlik saygısında düşme, öfke, dışlanmışlık ve terk edilmişlik duyguları yaşayacaklarını, kendilerini çıkmazda hissedeceklerini, bu süreçte edilginleştirileceklerini, duygularını bastıracaklarını, bastırılmış duyguların ilerde kendilerine ve başkalarına yönelik öfke nöbetlerine, depresyon ve intihar yönelimlerine neden olabileceğini, evlendirilme sonrası oluşan gebeliklerde “çocuk anne”nin bu durumu içselleştiremeyeceğini, sağlıklı anne- bebek bağlanması olamaması nedeniyle doğan çocuklarda bağlanma sorunları ve gelişimsel sorunlar ortaya çıkabileceğini dile getirmektedirler. Kız çocuklarının kötü sonuçları öngörülebilir olan bir karanlığa yasal düzenlemeler ve erişkinlerin eliyle itildikleri ortadadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak altına imza attığımız uluslararası sözleşmelerin (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, BM Kadına Karşı Her Tür Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi, Lanzarote Sözleşmesi) taraf devletler açısından bağlayıcılığı bulunmaktadır. Söz konusu belgeler; başta devletin ilgili kurumları, hukuk, sağlık ve eğitimden sorumlu meslek grupları ve ana-babalar olmak üzere, çocukların içinde yer aldığı erişkin toplumunun tüm kesimlerini çocuklara ve kız çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlü kılmaktadır.
Sonuç olarak, çocuk istismarı, toplumun çocuklara karşı ahlaki sorumlulukları açısından asla kabul edilemeyecek bir tutumdur. Bu tür girişimler, yaratılan fiili durumlar ve fiili duruma yasal kılıf oluşturma çabaları taraf olunan çocuk ve kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırıdır ve suçtur. Cinsel istismar da içinde olmak üzere çocuklara yönelik her tür istismarın suç olduğu, cinsel istismar suçunun ise hangi gerekçeyle olursa olsun affedilemeyeceği asla akıldan çıkarılmamalıdır. Devletin görevi, kız çocuklarını erken yaşta zorla evliliklere yönlendirmek ve cinsel istismar suçlularını geleneksel, göreneksel, dinsel doğmaların ardına sığınarak cezasız bırakmak değil, suçları önlemektir.
Devletin kurumlarını ve erişkin toplumunu, çocuk haklarını ve çocukların üstün yararlarını koruma konusunda duyarlı davranmaya ve çaba göstermeye; başta kız çocukları olmak üzere çocuklara karşı görev ve sorumluluklarını acilen yerine getirmeye; onların bedensel, ruhsal, cinsel ve sosyal açıdan korunmasız durumlarını istismar eden, hayatlarını karartan girişimlere son vermeye çağırıyoruz
Laik, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyet’inde, bir tarikatın içerisinde yaşanan bu vahim olayı lanetliyor, tüm sorumluların bir an önce hukuk önüne çıkarılmasını bekliyoruz.
Bursa Tabip Odası Yönetim Kurulu
Kaynak: https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=c87a4a50-3dd5-11ea-a1a2-6d7c2a5a4754