Bursa’da 10 Aralık İnsan Hakları Günü kapmasında Bursa Tabip Odası, KESK, DİSK, TMMOB, Bursa Kent Konseyi, Osmangazi Kent Konseyi, Nilüfer Kent Konseyi ve Doğader’in çağrısıyla Üç Fidan Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirildi.
10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne dair yapılan ortak açıklamayı Bursa Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Dr. Sehra Aksu okudu. Dr. Sehra Aksu, “Savaşlar hak ihlallerinin en belirgin zeminini oluşturmaktadır. Suriye, Ukrayna ve Filistin’de yaşanan savaş ve çatışmalar, binlerce insanın yaşam hakkının elinden alınmasına, milyonlarca çocuğun beslenme, barınma ve korunma haklarının ihlal edilmesine yol açmıştır. İnsan hakları ihlallerinin diğer önemli nesnesi çocuklardır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk, çocukların çalıştırılmasına, eğitim haklarının ellerinden alınmasına neden olmaktadır. Yoksulluğun ve ihmalin tetiklediği aile içi şiddet, çocukların fiziksel ve duygusal istismarına yol açmaktadır. Cezaların caydırıcı olmayışı ve adalet sistemindeki boşluklar, cinsel istismarın da önlenememesi ve çocukların korunma haklarının sağlanamaması ile sonuçlanmaktadır. Engellenemeyen çocuk ölümleri, Narin Güran cinayeti özelinde, toplumsal ve idari yetersizlikleri gözler önüne sermiştir” şeklinde açıklama yaptı.
BASIN AÇIKLAMASININ TAMAMI ŞU ŞEKİLDE;
Bugün, yeryüzünün hemen her bölgesinde ağır hak ihlallerinin yaşandığı bir dönemde 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Gününü kutlamaktayız. 50 milyondan fazla insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının ruhsal ve bedensel hasar aldığı II. Dünya Savaşı’nın ardından, bireylerin hak ve özgürlüklerinin tanımlanması ve bir daha aynı acıların yaşanmaması adına İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi doğmuş, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. İlk maddesi, “Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar” tanımlaması ile başlayan bildirgenin kabulünden bu yana hak tanımlamalarında ilerlemeler sağlanmış olsa da, dünya genelinde birçok alanda hak kayıplarının yaşandığını ve yaşanmaya devam ettiğini biliyoruz.
Savaşlar hak ihlallerinin en belirgin zeminini oluşturmaktadır. Suriye, Ukrayna ve Filistin’de yaşanan savaş ve çatışmalar, binlerce insanın yaşam hakkının elinden alınmasına, milyonlarca çocuğun beslenme, barınma ve korunma haklarının ihlal edilmesine yol açmıştır. İnsanlık, Ukrayna ’da başlayan savaşın ardından şimdi Filistin ve Ortadoğu coğrafyasında vicdanları yaralayan bir savaşı yaşamaya devam ediyor. Uzun yıllardır devam eden gerilim ve çatışmaların ardından 7 Ekim ’de sivilleri de hedef alan saldırılar sonrasında Gazze bölgesinde başlayan savaş, uygulanan tecrit ve yıkım insani değerlerin kabul edemeyeceği bir soykırıma doğru evrilmiş durumdadır. Her birimiz, parçalanmış, yanmış bedenlerin, güvenlik algısı yok edilmiş, en temel ihtiyaçlarından yoksun bırakılmış, yerinden yurdundan edilmiş insanların, bedenleri ve gelecekleri yok edilen çocukların, hiçbir yasayı ve insani değeri tanımayan şiddetin, Filistin Halkının yaşam hakkının nasıl yok sayıldığına tanıklık ediyoruz. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan savaş suçlarına karşı başlayan insani değerler savunusu nasıl ki demokrasi ve bireyin haklarında evrensel normların oluşumuna katkı sağladı ise bugün de başlatılacak bu barış çağrısı, savaşa karşı duruş ve değerler savunusu mutlaka kazanım getirecektir.
İnsan hakları ihlallerinin diğer önemli nesnesi çocuklardır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yoksulluk, çocukların çalıştırılmasına, eğitim haklarının ellerinden alınmasına neden olmaktadır. Yoksulluğun ve ihmalin tetiklediği aile içi şiddet, çocukların fiziksel ve duygusal istismarına yol açmaktadır. Cezaların caydırıcı olmayışı ve adalet sistemindeki boşluklar, cinsel istismarın da önlenememesi ve çocukların korunma haklarının sağlanamaması ile sonuçlanmaktadır. Engellenemeyen çocuk ölümleri, Narin GÜRAN cinayeti özelinde, toplumsal ve idari yetersizlikleri gözler önüne sermiştir. Cezaların caydırıcılığının ve tedbirlerin koruyuculuğunun kalmadığı, para kazanma hırsı uğruna yenidoğanların bile yaşam haklarının hoyratça ellerinden alınabildiği bir ortama bizi sürüklemiştir. Bu durum, toplumdaki temel güven duygusu ve adalet algısını derinden sarsan, toplumun en savunmasız bireylerine ve ailelerine yönelik yapılan insanlık dışı bir saldırıdır ve yalnızca fiziksel zarar vermekle kalmamış aynı zamanda toplumun ruh sağlığını da derinden etkilemiştir. Sağlığı kamu hizmeti yerine piyasa koşullarında finansman sorunu olarak gören politikaların yol açtığı tahribatı bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Cinsiyet eşitsizliğine dayanan şiddet başka bir hak ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Patriarkanın yol açtığı toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınları ekonomi, politika, eğitim ve sağlık alanlarındaki haklarından mahrum bırakmaktadır ve bu eşitsizlik her geçen gün daha da derinleşmektedir. Gelinen noktada; Türkiye’de kadın cinayetleri son 10 yılın en yüksek artış hızına ulaşmıştır. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden 2021 yılında çekilmesinin ardından, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin arttığı, şiddetle mücadelede atılan adımların yetersiz kaldığı gözlenmektedir.
İş ortamındaki hak ihlalleri de ne yazık ki devam etmektedir.
İş cinayetleri, iş kazaları, çocuk işçilik, göçmen işçiliği, mevsimlik işçiler, iş yaşamındaki cinsiyetler arası eşitsizlikler, güvencesiz ve sigortasız çalışma, mobing gibi ülkemizde çalışma hayatını şekillendiren problemler sağlık sorunlarının en önemli nedenlerindendir. 2024 yılı için yayınlanan verilere göre, ülkede çalışma koşulları nedeniyle günde 5 işçinin hayatını kaybediyor olması, Soma faciasının her gün yaşanmaya devam ettiğinin açık bir göstergesidir. Çalışanların emeklerinin tam karşılığını aldıkları, örgütlenme, sağlıklı ortamda çalışma, sağlığa ulaşma ve sosyal temas haklarının güvence altına alındığı koşullar oluşturulmak zorundadır. Bu ihtiyaçların karşılanmaması, meslek ortamında stres ve tükenmenin yol açtığı bedensel ve ruhsal sorunlar, yaşamı tehdit etmektedir.
Bu vesile ile birinci basamak sağlık hizmetlerinde mevcut sorunları çözmek bir yana yeni sorunlara yol açacak olan ve bu nedenle “Eziyet Yönetmeliği” olarak nitelendirilen yönetmelik değişikliğine karşı sürdürülen hak arama mücadelesini desteklemeye devam edeceğimizi vurgulamak istiyoruz.
Bedensel ve ruhsal iyilik halinin ancak güvende hissedilen bir ortamın varlığı ile mümkün olacağı çağrısını yineliyoruz. Seçme ve seçilme gibi temel yurttaşlık haklarının kayyımlar atanarak, toplumsal barış, adalet, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları değerlerini riske atacak nitelikte müdahaleye uğratılması; güven, toplumsal huzur, adalet ve barış atmosferini zedelemektedir.
Öte yandan 6 Şubat depreminin üzerinden neredeyse 2 yıl geçmesine rağmen bölgedeki yurttaşların güvenli besin, barınma, geçim, bulaşıcı hastalık ve diğer bedensel ve ruhsal sağlık sorunları, eğitim sorunları, konteynerlarda yaşamın zorlukları, sosyalleşme alanlarının yetersizliği, çaresizlik, öfke, belirsizlik ve gelecek kaygısı, psikososyal destek ihtiyaçları ile yüzleşmeye devam ettiklerini görmekteyiz. Aradan geçen zaman yaşamsal zorlukların yanı sıra duygusal acıları da daha da belirginleştirmektedir.
Ülkemizin insan hakları açısından çağın gerektirdiği bir noktaya ulaştırılmasında, sadece insan hakları örgütlerinin değil, bütün meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve her düzeyde yurttaş girişiminin ortak çabalarına ihtiyaç vardır. Bizler, insanın haklarıyla insan olduğuna inanan meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ve yurttaşlar olarak, insan hakkı ihlallerini doğuran fiziksel ve ruhsal şiddet ortamı ve şiddet kültürüne karşı sessiz kalmayacağımızı, anlatmaya, talep etmeye, ısrar etmeye devam edeceğimizi; barış, dayanışma, sağduyu ve adalet hâkim kavramlar haline gelene kadar mücadeleyi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygı ile bildiririz. Barış içinde, bilimin ışığında, herkes için eşit ve güvenli bir dünya dileği ile.